Güvenin İktisattaki Yeri ve Önemi
- Zeynep Gümüş
- 13 Ara 2023
- 6 dakikada okunur
Bu başlıkta; güven kavramına ait tanımlar verildikten sonra güvenin özelliklerinden, iktisattaki yeri ve önemin den bahsedilecektir.
Güven Kavramı
İnsan ilişkileri denilince akla gelen ilk kavramlardan olan güven, son yıllarda birçok farklı sosyal bilimin incelediği ortak bir kavram haline gelmiştir. Güven kavramı, bireylerin aldıkları her çeşit kararın en önemli parçalarından biri olduğundan dolayı birçok disiplin de açıklanmaya çalışılan ve irdelenen bir kavramdır. Güven kavramı, geniş boyutlu bir kavram olması sebebiyle farklı disiplinlerde farklı bakış açıları ile tanımlanmıştır. Bunun ana sebebi gü venin bireyler arası ilişkiler, ekonomik değişimler, sosyal ve politik istikrar gibi birçok sürecin açıklanmasında kilit bir öneme sahip olmasıdır.
Güven, bireylerin diğer bireylerin niyetleri ve davranışları hakkında görmek istedikleri beklentiler olarak tanımlanabilir. Bu tanım dayanak noktası olarak alındığında güven kavramı ile ilgili konular, iş birliği, bireysel risk alma davranışı, düzen, sosyal sermaye, vb. olarak ortaya çıkmaktadır. Güvenilirlik ise güvene değer olmaktır (Demir, 2013: 32).
Güven araştırmalarında güven ile güvenilirliğin arasındaki ilişki önem arz etmektedir. Çünkü güven, taraflardan birinin diğerini güvenilir bulması ile ortaya çıkar. Bu perspektiften bakıldığında her iki kavram da birbiri için tanımlayıcı niteliğe sahiptir.
Güven kavramı riski göze almayı gerektirir. Bu bağlamda bakıldığında güven: Bir tarafın karşı taraftan kişisel olarak yarar göreceğine veya en azından istismara ya da zarara uğramayacağına yönelik olumlu beklentiye sahip olma durumudur. (Rousseau, v.d., 1998: 395). Güven, güven duyan kişinin güven duyduğu kişiye karşı risk alma davranışına yönelik isteğinin derecesini gösterir (Gefen, Rao ve Tractinsky, 2003: 2).
Bir kişinin güvenilir olduğundan veya bir kişiye güvendiğimizden bahsettiği mizde asıl anlatmak istediğimiz şey, o kişi ile ortaklık ilişkisine girmeyi isteye cek kadar o kişinin bizim için karlı ya da en azından bize zarar vermeyecek bir harekette bulunma ihtimalinin yüksek olduğudur. Aksine bir kişinin güvenilmez olduğundan bahsettiğimizde, o kişi ile bir ortaklık ilişkisi kurduğumuzda karlı çıkma ya da zarar görmeme ihtimalinin düşük olduğunu ima ediyoruzdur (Gambetta, 2000: 217).
Güvenin bireylerin hayatında fazlasıyla önemli bir yere sahip olması, birey ler arası birçok muamelenin içerisinde güven unsurunun yer almasından kaynaklanmaktadır. Günlük yaşantılarda yapılan işlemlerin her biri bir sözleşmeye bağlanıyor olsaydı, yapılacak sözleşmenin maliyetinin elde edilecek faydadan fazla olması kaçınılmaz olur du. Örneğin; bir restoran sahibi, restoranına gelen herkesle tek tek bir sözleşme yapmaz. Bunun yerine sistem şu şekilde işler; insanlar yemeklerini yer ve hesabı öder. Hesabın ödenmeyebileceğine dair duyulan güvensizlik le önceden hazırlanacak bir sözleşmenin iki tarafa da yükleyeceği maliyetin getirisinden yüksek olacağı aşikardır. İşlem maliyeti, anlaşmaları yürürlüğe sokma ve denetlemenin, mübadele edilen unsurun kıymetli özelliklerini ölçmenin ve hakları korumanın bedeli dir (North, 2002: 39). Burada güven kavramının toplumsal yaşamın önemli bir parçası olma özelliğine sahip olduğu açıkça görülmektedir.
Güvenin İktisattaki Yeri ve Önemi
Bu başlık altında, güven kavramının iktisattaki önemi hem mikro hem de makro iktisat açısından incelenecektir. Bu çalışmanın konusunu ise daha çok mikro iktisat açısından önemi oluşturmaktadır.
Mikroiktisat Açısından Güven Kavramının Önemi:
Adam Smith, klasik iktisat düşünürü olarak “Ahlaki Duygular Kuramı” adlı eserinde insanların temel motivasyonlarının iktisadi davranışlara etkisini incelerken, adalet, onur, empati ve gurur gibi kavramlara dikkat çekmiştir. Smith’e göre güven ve güvenin karşılıklı olarak sağlanıp sağlanamayacağını gösteren faktörlerden biri olan bencillik, bu kavramlar sayesinde kontrol altına alınmaktadır. Ana akım iktisat, rasyonel bireylerin seçimlerinde kişisel faydalarını maksimize ettikleri düşüncesi etrafında şekillenmektedir. Ancak güven kavramı söz konusu olduğunda arka planda yalnızca kişisel faydayı maksimize etme güdüsünün olup olmadığı tartışmaya açık hale gelmektedir (Dağtekin, 2019: 31).
Klasik iktisat ve psikoloji arasındaki ilişki göz önüne alındığında davranış sal iktisattaki yaklaşımlara benzer bir görüşün klasik iktisat alanında ortaya çıkmış olması o kadar da ilginç değil dir. Ana akım iktisat teorisinin birey ve bireyin davranışları ile ilgili en temel varsayımlarından biri, her bireyin kişisel faydasını maksimize etme hedefin de olduğudur. Fırsat maliyetine maruz kalan bireyler, karar alırken kendi çıkarlarına göre rasyonel davranmak ta; kişisel çıkarları açısından en faydalı olanı seçmektedirler (Ünsal, 2011: 23).
Neoklasik iktisat bilindiği üzere rasyonalite varsayımını temel almaktadır. Bu durumda ekonomi daha dar kapsamlı olarak incelenmekte ancak daha kolay analiz edilebilir hale gelmekte dir. Neoklasik iktisadın ortaya koyduğu bu varsayımların geçerliliğine dair çeşitli eleştiriler de mevcuttur. Neoklasik iktisada karşı geliştirilen argümanlar sonucunda davranışsal iktisat, nöroiktisat, deneysel iktisat vb. yan dallar ortaya çıkmıştır. Neoklasik iktisat, insanların seçme özgürlüğüne sahip, tam ilgi ile hareket eden rasyonel varlıklar olduğunu ve fayda maksimizasyonunu amaçladıklarını varsaymıştır. Ancak ana akım iktisadın aksine davranışsal iktisat alanında ise insan, sınırlı rasyonellikle hareket eden bir varlıktır. Bir başka deyişle bireylerin kayıptan kaçınan, çeşitli önyargılara sahip, bilişsel kısa yollardan ve sosyal normlardan etkilenen kısa vadeli düşünceler neticesinde karar aldıkları varsayılmaktadır (Dağtekin, 2019: 33).
Bu açıdan bakıldığında davranışsal iktisatta bir diğer önemli kavram, karşılıklılık ilkesidir. Karşılıklılık ilkesi davranışsal iktisat literatüründe güven ile anılmaktadır. Bu açıdan önemlidir. Berg ve arkadaşları (1995) tarafından güven ve karşılıklılık ilkesine dair en kapsamlı çalışmalardan biri gerçekleştirilmiştir. Böylelikle güven oyunu adlı mekanizma, güven unsurunu ölçmeyi amaçlayan deneylerin mihenk taşı haline gelmiştir. Söz konusu güven oyunu şu şekilde kurgulanmıştır (Berg, Dickhaut ve McCabe, 1995: 122142):
X ve Y odasında birbirini tanımayan iki katılımcı yer almaktadır. X odasındaki katılımcıya 10$ verilir. Daha sonra X odasındaki katılımcıya kendisine verilen paradan istediği miktarı Y odasındaki katılımcıya yollaması söylenir. Bu miktar Y odasındaki katılımcıya iletilirken 3 ile çarpılacaktır.
Y odasındaki katılımcı kendisine gönderilen parayı alır ve bu miktardan istediği kadarını tekrar X odasındaki katılımcıya yollar. Tam bilgi varsayımı altında, bu oyun için ilk etapta gönderilen miktar Nash dengesine göre 0$ olmalıdır. Ancak Berg ve arkadaşları (1995) tarafından gerçekleştirilen deney de X odasındaki 32 katılımcıdan 30’u Y odasındaki katılımcıya ortalama olarak 5.16$ göndermiştir. Rasyonel yönden incelendiğinde, para yollayan kişiler açısından karşı taraftan beklenen geri dönüş pozitif olmak durumundadır. Bu durumun gerçekleşmesi ise oyunun tekrarlatılması sonucu karşı tarafı tanıma ve saygı/itibar duyma eğilimine bağlıdır.
Güven oyununda elde edilen sonuçlardan sosyal geçmiş içermeyenler yani birbirini hiç tanımayan deneklerin katılımı ile oynatılan oyunlarda karşılıklılık ilkesinin var olduğu görülmüştür. Y odasındaki katılımcının davranışı, X odasındaki katılımcının davranışını yorumlamasına bağlı olarak karşılıklılık özelliği gösterebilmektedir.
Eğer Y odasındaki katılımcı, kendisine para yollayan X odasındaki katılımcı nın, kendisinin güvenini kazanarak her iki tarafında daha çok kazanmasını sağlamak amacıyla bir miktar para gönderdiğini düşünüyorsa bu güvene karşılıklılık ilkesi ile yanıt verme olasılığı artmaktadır (Dağtekin, 2019: 33).
Karşılıklı güven olgusunun tahsis edilmesinde bazı sosyal faktörlerin varlığı önem kazanmaktadır. Buna örnek olarak sosyal geçmiş verilebilir. Bir iktisadi veya sosyal organizasyonda sosyal geçmişin var olması güven bağının güçlenmesinde etkili olmaktadır.
Sosyal geçmiş içermeyen bir başka deyişle birbirini tanımayan katılımcıların yer aldığı oyunlar yukarıdaki şekilde kurgulanarak gerçekleştirilmiştir. Literatür incelendiğinde Coleman tarafından kullanılan ve oyunda yer alan terminolojiye göre X odasındaki katılımcı “güvenen” konumunda iken Y odasındaki katılımcı “güvenilen” konumundadır. Söz konusu oyunda güven, iki aşamalı olarak gerçekleşmektedir. İlk aşamada güvenen kişi güvenilen kişiye bir karar hakkı tanımaktadır. İkinci aşamada ise güvenilen kişi her iki kişiyi de etkileyecek kararı alması ile güven gerçekleşmektedir. Literatür incelendiğinde katılımcıların iki aşamalı oyunlarda karşı katılımcının hamlelerini de hesaba kattığı görülmüştür. Bu durum dikkate alındığında, X odasında yer alan tüm katılımcıların Y odasında ki katılımcılara hiçbir şekilde para yollamaması beklenmektedir. X odasın daki katılımcıdan Y odasındaki katılımcıya para gönderildiğinde ise Y odasındaki katılımcının 0$ yollaması beklenmektedir. Ancak katılımcıların birbirine güvenmesi oyunun sonucunu her iki taraf için de daha olumlu hale getirmiştir (Coleman, 1990: 91116).
Yanda bahsedilen Coleman’ın uyguladığı güven oyunundan elde edilen önemli sonuçları özetlemek gerekirse;
Ortak geçmişe sahip olmak güveni etkileyen bir unsurdur.
Güven eylemi güvenen tarafı risk almaya itmektedir.
Güvenen ve güvenilen taraf arasında karşılıklı olarak güvenin oluşması çıktı düzeyini olumlu yönde etkilemektedir.
Makroiktisat Açıdan Güven Kavramının Önemi
Makro açıdan bakıldığında güven eksikliğinin ekonomi üzerinde negatif bir etkisi bulunmaktadır. Arrow’a göre güven kavramı, sosyal sistem içerisinde oldukça önemli bir işleve ve başlı başına bir değere sahiptir. Doğruyu söyleme, dürüstlük ve güven gibi değerler iktisatçılar açısından “dışsallık” olarak kabul edilseler de bu tür değerler, ekonomik sistemin verimini arttırıp daha fazla çıktı alınmasını sağlarlar (Arrow, 1974: 4759).
Fukuyama, güven kavramını sosyal sermaye açısından ele almaktadır. Toplumların inşasında bireylerin ahlaki değerlerinin önemli bir role sahip olduğunu vurgulamıştır. Ekonomik sistem incelendiğinde farklı kültürler arasındaki çatışma sonucunda yaşanan üretken değişimlerin uluslararası düzen ve toplumsal refah ile ilişki içerisinde olduğu görülmektedir (Fukuyama, 1995: 154). Her ne kadar ana akım iktisat, “bireyler bencildir” demiş olsa bile Fukuyama’ya göre bireyler toplumun bir parçası olmayı arzularlar. Bu noktadan hareketle bireylerin toplum içerisinde ortak çıkarları için birlikte hareket edebilme kabiliyetini sosyal sermaye olarak tanımlamaktadır. Sosyal sermayenin varlığı sonucunda ortaya çıkan güven, büyük ve ölçülebilirdir. Güven duygusunun parçalanması ise dolaysız bir vergiye sebep olmaktadır. Bu bağlamda toplumları yüksek ve düşük güven düzeyine sahip olanlar olarak ikiye ayırmaktadır (Fukuyama, 1995: 163166.)
Porta ve diğerleri ise yapmış oldukları araştırmalar sonucunda güvenin devletlerin dışında büyük kurumlar için de özel bir öneme sahip olduğunu ayrıca dinin ve hiyerarşinin egemen olduğu toplumlarda güven düzeyinin daha düşük olduğunu ifade etmişlerdir (Porta, v.d., 1996: 47). Knack ve Keefer, sosyal sermaye ile iktisat arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmacılardandır. Yaptıkları araştırmalar sonucunda var dıkları sonuç, yüksek ekonomik performans ile güven ve sosyal iş birliği arasında ilişki olduğudur. Sınıfsal ve etnik ayrımcılığın düşük olduğu ülkelerde güven ve sosyal iş birliğinin daha güçlü olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra ekonomik gelişme açısından sos yal sermayenin önem arz ettiğini ileri sürmüşlerdir (Knack ve Keefer, 1997: 1272).
Zak ve Knack’e göre güven, işlem maliyetini düşürmektedir. Bu nedenle yüksek güvenin hakim olduğu toplumlarda düşük güvenli toplumlara oranla daha fazla çıktı üretildiği görülmekte dir. Aynı zamanda düşük güven düzeyinin bir çeşit işsizlik tuzağı olduğu ve eğer güven düzeyi çok düşükse tasarrufların, pozitif büyümeyi sürdürme konusunda başarısız oldukları iddia edilmiştir (Zak ve Knack, 2001: 299). Knack ve Zak, tarafından yürütülen başka bir çalışmada güvenin doğrudan ve dolaylı olarak arttırılabileceği ileri sürülmüştür. Doğrudan artış sağlayabilecek yöntemler olarak eğitim ve iletişim öne çıkarken dolaylı olarak artış sağlayabilecek yöntem ise eşitsizliklerin giderilmesi olmuştur (Knack ve Zak, 2003: 102107).
Rothstein ve Uslaner’in “sosyal tuzak” olarak adlandırdıkları olguya göre toplumdaki güvensizlik, eşitsizliği gidermek te kullanılacak politikaların etkinliğini yok etmektedir. Hem kurumsal hem de bireyler arası güvensizlik tüm toplumu etkilemektedir. Bu aşamada öncelikle iktisadi eşitlik sağlanmalı, sosyal hizmetler güçlendirilip verimlilik arttırılmalıdır (Rothstein ve Uslaner, 2005: 5461).
Tüm bu çalışmalardan bir sonuca varmak gerekirse güven kavramını tek bir yönden açıklamak mümkün değildir ve kişilerin birbirlerine neden güvendiğini anlamak için kişilerin kişiliklerini de incelemek gereklidir (Evans ve Krueger, 2009: 1008).
תגובות